17 Ocak 2020 Cuma

Müslüman Kardeşler'in Suudi Kolu-Sahva Hareketi

   

Sahva ile bağlantılı âlimlerin, hücrelerinde idam edilmeyi bekledikleri biliniyor ancak Sahva hareketi Suudi krallığının gözünde bir zamanlar itibar sahibiydi. 
  Suudi İslami Uyanış Hareketi yani Sahva, 1960’lar ve 1980’ler arasında Suudi Arabistan’daki sosyal ve politik değişim döneminde önemli bir rol oynadı. 1990’lardan sonra birkaç devlet baskısı dalgasına rağmen İhvanı Müslim dini hareketler üzerindeki etkisini yıllarca sürdürdü.Hareket içindeki gruplar çeşitli görüşlere sahiplerdi ancak onlar, şiddet barındırmayan eylem tarzını benimsediler ve din-siyaset kesişmesini desteklediler.Sahva’ya mensup birkaç şahsiyet, din âlimlerinin siyasetteki rolünü artırmak ve Suudi Devletinde kamusal temsiliyetlerini güçlendirmek için gayret sarf etti. Elbette bu gayret Kraliyet ailesinin egemenliğine tehdit oluşturmaktaydı.
Suudi Vaizin Oğlu:Herkes Tehdit Ediliyor 
Sahva şemsiyesi altında toplanan grupların toplum hakkında farklı görüşleri var. Ancak genel olarak ileri görüşlere sahipler. Sözgelimi Suudi toplumunun aksine kadınların daha fazla haklara sahip olmasını istiyorlar.Gruplar temel olarak İslami öğretinin, eğitim ve günlük hayatta söz sahibi olmasını savunuyorlar.
Suudi veliaht prens Muhammed Bin Salman (genellikle MBS olarak isimlendirilir), kısa süre önce potansiyel muhaliflere karşı sert önlemler almaya başladı. Sahva ile bağlantılı ve ondan esinlenen âlimler de bu sert önlemlerden nasibini aldı. Önde gelen Suudi âlimlerden Selman el-Avde, Avad el-Karni ve Ali el-Umari şu an tutuklular. Üçü de ölüm cezası ile karşı karşıyalar ve teyit edilemeyen raporlara göre Ramazan ayından sonra infaz edilebilirler.
Sahva Nedir?
Sahva, İhvan-ı Müslimin’den esinlenen ve Suudi toplumunu reformist hareketlerle etkiyen bir olgudur. Sahva, orijinal haliyle şu an mevcut değil ancak Sahva’nın fikirleri ve eylemcileri hala etkin. 1950’lerde Suudi Arabistan’da Kral Faysal iktidardaydı. Kral Faysal, Mısır, Suriye ve diğer ülkelerin baskıcı yönetimlerinden kaçan binlerce İhvan üyesine ülkesinde barınma imkanı sağladı. İhvan üyeleri de sürgünde kendi ideolojilerini yaydılar, önemli hükümet makamlarında yer edindiler, üniversitelerde ve okullarda eğitimsel roller üstlendiler. Onlar, ayrıca kendi düşünce tarzlarını Suudi dini kültürüne dahil ettiler. Sahva’nın zirvesinde büyüyen ve Arabistan İslami Reform Hareketine liderlik eden Suudi muhalif Saad el-Faki şunları söylüyor: “İhvan üyeleri kendi görüşlerini Suudi geleneğine dahil etmek için yeni çevreye uyum sağlamalarının gerekliliğini gördüler.” El-Faki sözlerinin devamına şunları ekliyor: “İhvan’ın ideolojisi ile Suudi devletinin Selefi-Vahhabi geleneği evlendi. Sahva, iki geleneğin karışımıdır. Sahva güçlü ve etkileyici bir yaklaşım ortaya koydu. Gençleri etkilemede ve devrimci bir toplum oluşturmada başarılı oldu.”
Sahva, 1970’lerde birçok dinî grubun oluşturduğu bir ağ idi. Bu gruplar, geniş ve farklı bir sosyal ve dinî bakış açısına sahiptiler ve hatta bir kısmı daha muhafazakârdı.
“Sahva bir hareket değil, bir olgudur. Sahva, belli birkaç kişinin elinde değil, doğal olarak gelişti. Sahva, birçok eylemci ve ideolojiye sahipti.” Bu görüşler Saad el-Faqih’e ait.
Bazı kişiler diyor ki Sahva, İslam dünyasında tecrübe edilen dinî uyanış ve reforma öncülük etmiştir. Şu anda Birleşik Krallık’ta sürgün hayatı yaşayan Ahmed bin Raşid bin Said, Al Jazeera’ya verdiği röportajda şunları söyledi: “Sahva, bir İslami diriliştir, kökleri İslam’ı bütüncül bir hayat tarzı olarak gören İslam inancına dayanır.”
Sahva’nın İdeolojisi Nedir ve Ne Talep Etmektedir?
Sahva hareketleri, yaygın sosyal normlara karşı kendi kültürlerini ortaya koydular. Onların bakış açıları zamanla siyasileşti. El-Faqih’e göre İslamcı gruplar Sahva şemsiyesi altında geliştiler. İslamcı gruplar eğitim ve sosyal aktivitelerde yoğunlaştılar. Sözgelimi yaz kamplarında gençleri etkileri altına aldılar. Sahva’nın görüşleri devlet ulemasıyla kıyaslandığında gençliğe daha cazip geldi. El-Faqih diyor ki: Sahva, İslami kimlikle gurur duymaya ve dünya üzerindeki Müslümanlarla ilgilenmeye odaklandı. Ek olarak dinin siyasette bir rolü olduğunu savundu. Bu görüş Arabistan’da alışılmadık bir görüştü. Suudi uleması geleneksel olarak siyaseti Suudi Kraliyet ailesine bırakmıştı fakat Sahva hareketinin içindeki yeni liderler siyasette ve oy vermede geleneksel olmayan yaklaşımlara cesaret verdiler. Onlar, İslam’ı bütün sosyal meselelere kapsayıcı ve pratik bakış açısı sağlayan bir unsur olarak gördüler. İslami hareketler ve Suudi siyasi tarihi hususunda uzman olan Washington temelli analist Ali el-Ahmed diyor ki: “Devlet Sahva ideolojisinin bu yönünü bir tehdit olarak algıladı. Sahva, idareciye itaat edilmesi gerekliliği görüşünü sorguladı. Bu görüşler Vahhabi çevrelerde hoş karşılanmadı.”
Hareket Nasıl Ön Plana Çıktı?
Uzmanlar diyor ki:Suudi devleti nihayetinde harekete karşı sert önlemler alsa da 1990’lara kadar onların gelişmesinde araçsal bir rol oynadı. Bu sadece hareketin sosyal ve eğitimsel faaliyetleri için sözkonusu değildi aynı zamanda siyasi faaliyetler içinde sözkonusuydu. Al Jazeera’ya konuşan Prof. Said, Sahva’nın siyasi faaliyetinin devlet tarafından desteklendiğini ve cesaretlendirildiğini belirtiyor ve ekliyor: Özellikle Afgan cihadı başladığında Sahva’nın lideri devletti.
El-Faqih’e göre Sahva’nın 1980’lerdeki yükselişi üç önemli olay neticesinde gerçekleşmişti: Kabe baskını, İran Devrimi ve Afganistan Savaşı. 1979’da eski bir asker olan Cuheyman el-Uteybi, Mekke baskınını gerçekleştirdiği tarihlerde devlet sosyal reform planlarını hayata geçirmeye çalışmaktaydı. “Devlet Batılılaşma programını uygulamaya sokup İslami hareketi bastırmayı amaçlamaktaydı. Bu olay devlete büyük bir ders oldu. Aynı yıl gerçekleşen İran Devrimi, bir başka tehdidi oluşturmuştu. Krallık, İran etkisini püskürtmek için Sahva hareketi içerisindeki İslamcı aktivistleri desteklemeye başladı. Krallık böyle yaparak Suudi monarşisinin iyiliksever olduğu imajını yaygınlaştırıyordu.” Bu sözler el-Faqih’e ait. El-Faqih, sözlerinin devamında şu tespitlerde bulunuyor: İran Devrimi başarılı olunca, Suudi rejimi de kendisinin en iyi Sünni örnek olduğunu kanıtlama çabasına girişti. Bu çabanın sebebi Humeyni’nin İslam vasıtasıyla Müslüman ülkelerin zalimlerinden kurtulabileceğini göstermesiydi.
Üçüncü faktör, Suudi Arabistan’ın Sovyet işgaline karşı Afgan savaşçıları destekleme kararı idi. Suudi Arabistan bu kararı müttefiki ABD’nin yanında durarak almıştı.
Analistlerin söylediğine göre, Suudi Arabistan, Sahve hareketlerini destekledi ve binlerce Suudi’yi Afgan cihadını mali olarak desteklemeleri ya da fiilî olarak Afganistan’da Afgan mücahidlerinin yanında savaşmaları hususunda cesaretlendirdi. Prof. Said, bu hususta şunları söylüyor: “Suudiler on yıl boyunca Afgan Savaşına bütün dikkatlerini verdiler ve mücahidleri mali olarak desteklemeleri konusunda cesaretlendirildiler. Devlet onları durdurmadı. Bilakis cihad liderleri Riyad’da çok iyi karşılandı.”
Sahve-Devlet İlişkileri
Sahva ve devlet arasındaki ilişkiler çeşitli aşamalardan geçmiştir. Devletin mali desteği ve yardımı Körfez Savaşı ile birlikte sona ermişti. Riyad, ABD birliklerinin Suudi topraklarında konuşlanmasına izin vermişti. Bu izin kızgınlığa yol açtı ve Salman el-Awde ve Safar el-Hawali gibi Sahva’ya mensup şahsiyetler siyasi reform çağrıları yaptılar. 1990’larda Sahva tarafından ilk siyasi adımlar atılmıştı. El-Faqih, Sahva’nın, 12 talepten oluşan bir mektubu devlete ilettiğini söylüyor. Talepler içinde güç paylaşımı, adalet sisteminde reform ve yolsuzlukla mücadele vardı. Bir yıl sonra 44 sayfalık bir rapor daha yayınlandı. Devletin bu gelişmelere tepkisi sert oldu. Sahva hareketlerine göz açtırılmadı ve aralarında Sahva liderleri el-Awde ve el-Hawali’ninde bulunduğu yüzlerce Sahva mensubu 1994 yılında tutuklandı. Tutuklananlar 1990’ların sonlarında serbest bırakılmaya başlandı.
Devlet, 11 Eylül olaylarından sonra aşırıcılığa karşı mücadele etmek için el-Awde’nin fikirlerinden faydalanmaya çalıştı. Bu gelişme yeni bir aşamanın başladığının göstergesiydi. George Town Üniversitesinde doktora sonrası eğitimi alan Abdullah Alaoudh, AlJazeera’ya şunları söylüyordu: “Babam serbest bırakıldıktan sonra Suudi Arabistan’da ve diğer yerlerde dinleyicilerinin destekçilerinin sayısı arttı. O, bu yeni aşamada aşırıcılığa karşı savaşta devlete çok yardımcı oldu. Ilımlı İslam’ı yaygınlaştırdı ve insanlarla ilgilenerek aşırıcılığa karşı mücadele etti.”
Fakat devletle ilişkiler 2011 Arap Baharından sonra tekrar bozuldu. Aralarında el-Avde’nin de olduğu onlarca Sahve şahsiyeti tutuklandı. Onlar devrimleri desteklediler ve Krallıkta reform yapılması çağrısında bulundular.
Sahva’nın Önde Gelen Şahsiyetleri Neden Tutuklandı?
Suudi Arabistan, devrimci akıntının krallığa ulaşması korkusuyla muhalefeti bastırmaya çalıştı. MBS veliaht prens olduktan sonra özellikle Sahva mensuplarının da aralarında bulunduğu potansiyel muhalif Suudi İslamcılara karşı baskıları yoğunlaştırmaya başladı. Suudi analist Ahmed’in söylediğine göre MBS rekabeti ve kontrol edemediği insanları sevmiyor. Herhangi bir muhalefetten korkuyor ve Sahva üyelerinin onu iktidardan devireceğine inanıyor.
Alaoudh ise şunları söylüyor: “MBS, gerçek değişimi isteyen ve temel özgürlükleri talep eden ve bunları yaparken de dinî otorite ve meşruiyete sahip olan bağımsız sesleri ortadan kaldırmaya karar verdi.”
Sahva’nın Geleceği Ne Olacak?
El-Ahmed’e göre devletin, Sahve liderlerine karşı yaptığı son baskılar, devlet ve Sahva’nın arasındaki ilişkinin kesin olarak sonlanması demek. Sahve’ye tekrar özgürlük verilirse, hükümetten daha güçlü bir hale gelecektir. Çünkü Sahva toplumu etkileyen meselelere temas ediyor.
Görünen o ki MBS baskıcı uygulamalarına devam edecek ve iki unsur birbirinden tamamen ayrılacak. El-Avde ve diğerlerinin idam edilmeleri durumunda ise toplum devlete olan inancını kaybedecek. Prof. Said’e göre, Sahve sınırlamalarla karşılaşsa dahi varlığını sürdürmeye devam edecek. MBS’nin, Sahve üzerindeki baskıları başarısızlıkla sonuçlanacak.
Fikirler bastırılamaz. Doğru zaman geldiğinde bu insanlar tekrar ortaya çıkacaklar ve kendilerini yeniden ifade edecekler.

27 Aralık 2019 Cuma

Syrian Tribes-Knowing The True Owners Of Jazira

      All parties in the conflict have tried to take advantage of tribal identities, shifting loyalties and social changes mean often tribal kin fight each other.

      Between 60 and 70 per cent of the Syrian population belongs to a clan or tribe, according to pre-2011 estimates, the enormous transformations that Syrian society has undergone in the past seven years have diminished the influence which clans and clan culture have on private and public life.

      As the conflict intensified, however, all parties saw an opportunity in reviving these identities, hoping to secure support from areas with the largest clan presence.

      Upper Mesopotamia (northeastern Syria) contains a significant tribal presence. The largest tribe in the area is Jubur, followed by Tayy, Bakara, Anazzah, Shammar and others. Since the beginning of the revolution, these tribes have been divided between regime loyalists and opponents, including the self-administration declared by the Kurds. The most prominent Arab tribes in the area that joined the Kurds are the al-Sanadid Forces, led by a sheikh of the Shammar tribe.

     Yet in the south, all of the attempts to build another similar force have failed (with the exception of the ongoing Army of Free Tribes initiative backed by Saudi Arabia and Jordan, which is active in the area of Lajat, where the Bedouin identity is still preserved to a large extent, as opposed to neighbouring Hauran and the Golan). Indeed, clan and tribal identity in these areas has all but faded away, despite the fact that the main centre of the al-Naim tribe, one of the largest Syrian tribes, is located in the south. This is largely due to the expansiveness of this tribe. This tribal weakening has led to the increased prominence of major families, according to an analysis by journalist, Muid Abu-Zaid, from the province of Daraa.

     In the Syrian desert, the dominant tribes are Mawali and Hadidiyin, in addition to the Bani Khalid and al-Sakhana clans, whose leaderships have been split in their loyalty since 2011. The splits have occurred along the lines of their prior relationships with the regime. Meanwhile, the majority of the public has remained neutral, due to the lack of any real involvement on the part of these leaders since the beginning of the military conflict in the area.

     As Upper Mesopotamia changed hands between the regime, the opposition and ISIS, it is only natural that clan members in the area made displays of loyalty to the side that controls their land. The loyalty of clan members has thus repeatedly changed from one side to another, and battles have even been fought between members of the same clan, which would have been previously unimaginable.

    This fluidity in loyalties is another characteristic considered by many researches to be a part of clan culture. Many examples can be found in support of this perspective in the area of the Euphrates ('Deir Ez-Zor, Raqqa and the southeastern Aleppo countryside), where the most famous tribes are Akidat, Qays and Bakara, and the most important clans are Dulaim, Shaitat, Albu Saraya, Albu Chabur, al-Boleel, al-Namis, al-Butush and al-Asasna.

    At the beginning of the revolution, most of the members of clans in the Euphrates region rose up against the regime, except for the province of Raqqa, where huge protests broke out in 'Deir Ez-Zor and the eastern Aleppo countryside, before many young men in the area joined the Free Syrian Army. Yet, as expected, most clan elders in the area sided with the regime due to the privileges that they had previously received from it.

    Subsequently, when ISIS gained control of the area, many fighters, elders and clans who had not left joined the organization. This was before some of them joined the Kurdish self-administration – such as the Deir Ez-Zor Military Council, and Jabhat Thuwar al-Raqqa before it – whereas others returned to the ranks of the regime, the most prominent figures being the sheikh of the Bakara clan and the ex-opposition fighter Nawaf al-Bashir.

   For their part, the pro-opposition clan groupings expelled from Deir Ez-Zor and Raqqa, such as the Revolutionary Commando Army and Thuwar al-Sharqiyya, continued their activity in the neighbouring areas, such as the Syrian desert and the Euphrates area in northeastern Aleppo. Others maintained their loyalty to Jabhat al-Nusra and Harakat Ahrar al-Sham.

    For seven years, the revolution caused a storm to tear through Arab clan society, the vast majority of which are followers of Sunni Islam. At the same time, it represented an opportunity for clans of other ethnicities and religions, such as Kurdish, Turkmen, Alawite, Druze and Christian clans, to bring back their presence into the public sphere.

    Due to common threats or new sources of support, these clans came alive again, with the Kurds receiving support from the Democratic Union Party, or PYD, and Turkmen being supported by Turkey. Ankara today is working to assemble a large bloc of pro-opposition clans into a unified group that can be relied upon as an active ally.

    Against this backdrop, the General Conference of the Supreme Council of Syrian Tribes and Clans was held in Istanbul on 10–12 December 2017, followed by two conferences of the representatives of internal opposition clans in the countryside of Aleppo and Idlib a few days thereafter.

   

Not many are optimistic about the likelihood of Turkey gaining much from these efforts, unless it succeeds in finding solutions for the traditional competition and sensitivities that govern the relationships between these clans – and even within them. Amid this Turkish-backed initiative, tribal fighters led ongoing battles in the eastern countryside of Hama. During these battles fighters from the Mawali tribe and the Heeb clan, the backbone of the clan forces fighting for the regime in the area, confronted opposition fighters, including those belonging to the same tribe or clan.

Assasination of Russian Ambassador Karlov and the Aftermath

19 December 2019
''Allahu Akbar ! Allahu Akbar ! Don't forget about Aleppo ! Don't forget about Syria ! If our provinces isn't safe,you won't get a taste of being safe. Stand back ! Stand back ! Only death can take me from here ! Anyone who has a share in this persecution (He means Syria Bombings) will be punished ! Punished !''

25 Aralık 2019 Çarşamba

Turkey's Upper League Ticket-Libya

   In the last weeks,Turkey announced a maritime deal with Tripoli-based goverment of Libya(Goverment of National Accord).Turkey was helping this UN-recognized goverment since the early 2012.GNA is run by Fayiz es-Sarraj who is the Prime Minister of Libya right now.Maritime delal threatened Greek's physical connection with Cyprus,Israel's new pipeline project to Europe and Egypt' Suez Canal's maritime traffic.After a tense week Turkey announced of a bill that passed the Parliament.Bill includes Quick Reaction Force establishments and Turkish military trainer deployments to Libya.But this informations known by everybody and published by everybody last week.What about the things we didn't heard of ?
    First of all Turkish SADAT preparing for a major Turkish mercenary escalation.Russia's Wagner mercenaries granting Russia basically helping Haftar without being in Libya.Turkey wants the same thing for a while and SADAT is willing to go.(What is SADAT ?-http://www.sadat.com.tr/tr/) Second thing is the Tunisian issue.Tunisia didn't invited to the Berlin to Libyan Talks.Tunisian Prime Minister officially expressed that they are frustrated by that decision.Turkey can use that as a leverage to intervene and be the big brother and can invite Tunisia or at least comment about it.Tunisia is a key country if Turkey wants to militarily intervene Libya.It can be like Kuwait in Gulf War.US amassed troops in Kuwait before they entered Iraq.Turkey can do the same because without a land base in Africa,over Mediterreanean intervention is impossible and Turkey doesn't have any aircraft carrier.That's why Tunisia is very critic for Turkey.
   Another issue is Egypt.Sisi said Egypt will intervene militarily if any country threatens Egypt's interests in Libya.This was a message to Turkey but it didn't make any effect much.Egypt could cause some damage to Turkish interest in Libya but can't destroy it.Turkey should make a deal with Egypt after the possible intervention.Turkey must play the Russian Figure in Syria and show the Syrian Experience to Egyptians and Emirates.
   And that brings us to the Russian Issue.Biggest and most dangerous player in the Libyan field that can destroy Turkish interests.Last reports said Russia is or planning to establish Air Defence Systems in Tarhuna,South of Tripoli.It doesn't sound realistic but the words of it proves Russia is able to do it.Russia doesn't need West's approval to intervene a country like Turkey.Russia could make a deal with Egypt and can move some force to Libya to counter the Turks.But the questions is-Russia would do it ? With the closing end of the Syrian Civil War Russia could see a new Mediterreanean opprtunity in Libya.Or just make the Turks give Idlib or any other interest in Syria let's them go Libya.Either way Russia could use the Turkish interest in Libya to end Syrian Civil War at least militarily.This will give Russia to rebuild Syria and show she is not the devil.It will make Iran a little bit less nervous about the it's economy.
    Finally if the Turks get 'Russian visa' to Libya,there is no wonder things get serious and even more tense in East Mediterreanean.Not long from now,we could see the Turkish flag waving in Libya after 108 years.

Intensification of tensions in Tripoli likely to result from Turkey/Libya deal

In an article published with Al-Monitor on 16 December, Amberin Zaman discussed Turkey’s reaffirmed commitment of Turkey to protect the Libyan Government of National Accord (GNA) in the wake of the controversial maritime deal between the two countries. For Zaman, this could likely lead to a Turkish intervention in Libya against the forces aligned with Eastern Libya-based General Haftar which have been fighting GNA forces for the control of Tripoli. For Kirill Semenov, also writing for Al-Monitor, Turkey’s renewed involvement in the Libyan conflict on the GNA’s side could also spark tensions between Turkey and Russia, who unofficially provides support to General Haftar.